top of page

Kierkegaard felsefesi ve kaygı kavramı

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 2 Haz
  • 3 dakikada okunur

19’uncu yüzyılın Danimarka’sında yaşamış olan Søren Kierkegaard, felsefe tarihinin özgün ve etkili düşünürlerinden birisidir. Genellikle varoluşçu felsefenin öncülerinden sayılan Kierkegaard, yaşadığı dönemde baskın olan Hegelci idealizmin rasyonel sistemlerine karşı çıkarak bireyin öznel deneyimine, inancına ve tutkularına odaklanmıştır. Kısa süren yaşamına rağmen, felsefî düşünceye derin izler bırakan Kierkegaard, özellikle “kaygı” kavramına getirdiği özgün yorumla tanınır.


Søren Kierkegaard, 5 Mayıs 1813’te Kopenhag’da doğdu. Dindar ve melankolik bir babanın yedinci çocuğuydu. Babasının etkisiyle erken yaşta teolojik düşüncelerle tanıştı. Kopenhag Üniversitesi’nde teoloji eğitimi alsa da felsefeye olan ilgisi giderek arttı. Hayatının dönüm noktalarından biri, Regine Olsen ile olan nişanlılığı ve bu nişanı beklenmedik bir şekilde bozması oldu. Bu olay, Kierkegaard’ın düşüncelerini ve yazılarını derinden etkiledi. Çeşitli takma adlar altında çok sayıda eser kaleme alan Kierkegaard, 11 Kasım 1855’te Kopenhag’da hayatını kaybetti.

ree

Kierkegaard’ın felsefesi, bireyin varoluşsal sorunlarına odaklanır. Temel kavramlarından bazıları şunlardır:


Öznellik

“Hakikat öznelliktir.” diye yazan Kierkegaard için hakikat nesnel bir bilgi birikimi değil, bireyin kendi varoluşuyla kurduğu öznel bir ilişkidir. “Hakikat öznelliktir.” ifadesi, onun felsefesinin merkezinde yer alır. Birey, kendi inançları ve seçimleriyle kendi hakikatini inşa eder.


İnanç

İnanç Kierkegaard’a göre rasyonelliğin sınırlarını aşan bir kavramdır. Özellikle dinî inanç bağlamında, paradokslara rağmen yapılan bir tür “sıçrama”yı ifade eder. İbrahim’in İshak’ı kurban etmeye hazır olması, Kierkegaard için inancın en çarpıcı örneklerinden biridir. Bu nedenle “İnanç, akıl yürütmeyi askıya almaktır.” diye yazar. Kierkegaard, Korku ve Titreme adlı eserinde İbrahim’in İshak’ı kurban etme deneyimini, “imanın paradoksu” üzerinden ele alır. Ona göre İbrahim, ahlâkî ve akılsal normları aşan bir iman sıçraması yaparak Tanrı’ya mutlak itaat gösterir. Bu hikâye, ona göre, bireyin Tanrı karşısındaki tekilliğini ve inandığı şey uğruna her şeyi feda edebilme cesaretini vurgular. Kierkegaard için İbrahim, “evrensel ahlâkın ötesinde, imanın trajik kahramanıdır.”


Varoluşsal Aşamalar

Kierkegaard, bireyin varoluşunda ilerleyebileceği farklı aşamaları tanımlar. Bunlar genellikle estetik, etik ve dinî aşamalar olarak sıralanır. Estetik aşama anlık hazlara odaklanırken, etik aşama toplumsal normlara ve ahlakî sorumluluğa yöneliktir. Dinî aşama ise bireyin Tanrı ile kurduğu kişisel ve tutkulu ilişkiyi ifade eder.


Umutsuzluk

“Umutsuzluk, ölüme kadar süren bir hastalıktır, ölümcül bir hastalıktır.” diye yazan Kierkegaard umutsuzluğu bireyin kendi benliği olamamasından kaynaklanan temel bir varoluşsal durum olarak tanımlar. Kişi ya kendi olmaktan kaçar ya da olmak istediği benliğe ulaşamamaktan dolayı umutsuzluğa düşer.


"Kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir."

Kierkegaard’ı felsefe tarihinde özel bir yere taşıyan kavramlardan birisi “kaygı”dır. Ona göre kaygı ne korkuya ne de herhangi bir nesneye yönelik belirli bir endişeye eşittir. Kaygı, daha ziyade insanın özgürlüğüyle yüzleştiği anda deneyimlediği temel bir duygudur.


Kierkegaard, Kaygı Kavramı adlı eserinde bu konuyu derinlemesine ele alır. Ona göre kaygı, geleceğin belirsizliğinden ve insanın kendi olasılıklarından kaynaklanır. İnsan, ne olabileceği konusunda bir kesinliğe sahip olmadığı için kaygı duyar. Bu anlamda kaygı, insanın özgürlüğünün bir belirtisidir. Eğer insan özgür olmasaydı, seçim yapma ve dolayısıyla kaygı duyma potansiyeli de olmazdı. Bu nedenle Kierkegaard, kaygıyı hem “düşüşün önkoşulu” hem de “özgürlüğe götüren olasılık” olarak görür. Âdem ve Havva’nın yasak meyveyi yeme anındaki durumu, kaygının bir örneğidir. Yasak olana yönelik bir çekim ve neyin olacağına dair belirsizlik, onları kaygıya sürüklemiştir. Ancak kaygı, aynı zamanda bireyin kendi varoluşunun farkına varmasını ve seçimler yapmasını sağlayarak otantik bir yaşama doğru ilerlemesine de olanak tanır. Kaygıdan kaçmak yerine, onunla yüzleşmek ve özgürlüğün getirdiği sorumluluğu kabul etmek, Kierkegaard’a göre otantik varoluşa giden yoldur. Kaygı, bireyi kendini keşfetmeye, seçimler yapmaya ve kendi potansiyelini gerçekleştirmeye iter.


Søren Kierkegaard, 19’uncu yüzyıl felsefesine damgasını vurmuş ve 20’nci yüzyıl varoluşçu felsefesinin önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Karl Jaspers gibi düşünürler, Kierkegaard’ın birey, özgürlük, kaygı ve inanç üzerine geliştirdiği fikirlerden derinden etkilenmişlerdir. Hegelci sistemlerin katı rasyonalizmine karşı çıkarak bireyin öznel deneyimini ve varoluşsal sorunlarını felsefenin merkezine taşıması, onu modern felsefenin önemli figürlerinden biri yapmıştır.


Sonuç olarak, Kierkegaard’ın felsefesi, bireyin kendi varoluşsal yolculuğuna ışık tutan derinlikli ve etkileyici bir düşünce sistemidir. Özellikle kaygı kavramına getirdiği özgün yorum, insanın özgürlüğüyle yüzleşmesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak bu duyguyu anlamamıza ve onunla başa çıkmamıza yardımcı olur. Kierkegaard’ı okumak, sadece felsefî bir keşif değil, aynı zamanda kendi varoluşumuz üzerine düşünmek için de bir davettir.

Yorumlar


bottom of page